Ana Sayfa 141. Sayı Eğitim tarihimizde özgün bir uygulama: Köy Enstitüleri 75 yaşında

Eğitim tarihimizde özgün bir uygulama: Köy Enstitüleri 75 yaşında

1436
Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde ders yılı başlangıcı.

Sağ siyasi gelenek, Köy Enstitüleri deneyimini korkuyla reddetmekte, solun bir kesimi ise yeterince “özgürleştirici olmadığı” savıyla yok saymaktadır. Oysa Köy Enstitüleri; meslek erbabı ve öğretmen yetiştirme yöntemi, uygulamalı eğitim, iş eğitimi, sanat eğitimi, eğitimde özyönetim, olanak eşitliği ve toplumsal cinsiyet eşitliği, demokratik değerleri yaşama geçirme alışkanlığı ve ilkeleri açısından halen ders alınabilecek bir eğitim deneyimidir.

17 Nisan 2015’de ülke çapında Köy Enstitülerinin kuruluşunun 75. yıldönümü kutlandı. MSGSÜ Sosyal Bilimler Dergisi’nin yeni sayısının (Sayı: 10-11, 2015) editörü ve bir biliminsanı olarak sosyal bilimlerin, söz konusu alana yeterince ilgi göstermediği kanısındayım. Bu saptama, konuyla ilgili olarak çalışma yapılmadığı anlamına gelmiyor. Örneğin Kanadalı bilim insanı Fay Kirby’nin 1960 yılında kabul edilen konuyla ilgili yazdığı ilk doktora tezinden sonra çok sayıda tez hazırlandı, kitap, makale ve köşe yazısı yayınlandı. Bu çalışmaları ana hatlarıyla üç gruba ayırabiliriz: İlk grup bilimsel çalışmalar, ikinci grup bu kurumlarda öğretmenlik, idarecilik yapanlar ile mezunların anı, gözlem ve eğitime ilişkin çıkarımlarına dayanan eserleri, üçüncü grup da Köy Enstitüsü mezunu edebiyatçıların eserleri. Birinci gruba giren eserler; eğitim politikalarına, kurum tarihine, eleştirel pedagojiye ve sosyolojiye katkıda bulunan önemli değerlendirmeleri içermektedir. İkinci gruba giren eserler ise, Köy Enstitüleri’nde bizzat yaşayan kişilerin gözlemleri ile dönemin toplumsal yapısına, siyasal kültürüne ve eğitim uygulamalarına ilişkin önemli bilgiler vermektedir. Ayrıca bu kurumlarda yöneticilik ve öğretmenlik yapanlardan bazıları da yaşadıkları deneyimin özgünlüğünü ortaya koyan değerli eserler yazdılar. Köy Enstitüsü mezunu edebiyatçılar ise, edebiyata, edebiyat tarihine ve sosyolojisine yeni bir soluk getirdiler. Sözünü ettiğimiz bu eserlerin neredeyse tümünde Köy Enstitüleri, Türkiye’nin aydınlanma ve eğitim tarihinde önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilmekte ve özgün bir uygulama olduğu öne sürülmektedir.

Köy Enstitüleri’nin mimarı İsmail Hakkı Tonguç.

Köy Enstitüleri’nin hem kuruluş sürecinde, hem de sonrasında pek çok kişinin katkısı olmuştur. Başta bu kurumların mimarı İsmail Hakkı Tonguç’u, Kültür Bakanı Saffet Arıkan’ı, Hasan Ali Yücel’i, Köy Enstitüleri’nde kalarak katılımcı gözlem yapan Fay Kirby’i ve Engin Tonguç’u anmak ve anımsamak gerekir. Öte yandan Köy Enstitüleri’nde çalışan usta öğreticilerden, öğretmenlere ve idarecilere dek emek verenler azımsanmayacak sayıdadır. Bunlar arasında iki de sosyolog bulunur: Türkiye sosyolojisinde önemli bir yere sahip olan İbrahim Yasa (Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü) ve Cavit Orhan Tütengil (Lüleburgaz-Kepirtepe ve Antalya-Aksu Köy Enstitüsü) öğretmen olarak bu kurumlarda görev yapmışlardı. Onların bu kurumda çalışmaları, hem yaptıkları alan araştırmalarının niteliğini, hem de türünü belirlemiştir. Örneğin Türkiye’nin ilk kapsamlı monografisi Hasanoğlan Köyü’nde, İbrahim Yasa tarafından Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencileriyle birlikte yapılmıştır. Tütengil’in de kırsal toplumun kalkınma sorunlarına ve Türkiye’nin toplumsal yapısına yönelik bütün çalışmalarında Köy Enstitüleri’nde edindiği deneyimlerin etkileri görülür. Ayrıca dönemin aydınları bu kurumlarda öğretmenlik ve yöneticilik yaparak, Türkiye’nin eğitim ve kültür yaşamına büyük katkı sağladılar. Onlar bir yandan da Anadolu köylüsünden öğrendiklerini çalışmalarına yansıttılar. Bunlar arasında Sabahattin Eyüboğlu, Mualla Eyüboğlu, Ruhi Su, Aşık Veysel ve Ankara Üniversitesi’nin 1940’lı yıllarda görev yapan çok sayıda öğretim üyesi de bulunur.

Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 yılında resmi olarak açıldı. Ancak bu kurumun tarihini 1935-1936 öğretim yılında açılan Eğitmen Kursları’yla başlatmak daha doğru olur. Eğitmen Kursları, Saffet Arıkan’ın Kültür Bakanı (Eğitim Bakanı) olduğu dönemde (1935-Aralık 1938), mevcut 40 bin köyün öğretmen açığını gidermek için, Mustafa Kemal’in önerisiyle gündeme alınmış, dönemin İlköğretim Genel Müdür Vekili İsmail Hakkı Tonguç’un “Köyde Eğitim” başlıklı raporuna dayanılarak uygulamaya geçilmiştir. Buna göre askerliğini çavuş olarak yapmış, okuma yazmayı bilen köylü gençlerin “uyanık ve atak” olanlarından gönüllüler seçilmiş, ihtiyaca göre 6-8 aylık kurslardan geçirilerek, üç yıllık eğitim veren köy okullarında (genellikle kendi köylerinde) görevlendirilmişlerdir. Bu gençlere; yurt bilgisi, yurttaşlık bilgisi, temel hesap bilgisi ve okuma kültürü vermek amaçlanmıştır. Bunun yanı sıra köyün ihtiyaçları doğrultusunda, marangozluk, demircilik, arıcılık, hayvan bakımı, bilimsel bilgiye dayalı tarımsal üretim; hijyen bilgisi, sağlıklı konutlarda yaşamanın önemi ve salgın hastalıklardan korunma yöntemleri öğretilmiştir. Öte yandan bu gençlere, yerelde egemen olan iktidar odaklarına (ağa, şeyh vb) karşı durma hakları olduğu benimsetilmeye çalışılmıştır. Bunun yanı sıra köylerde egemen olan batıl inançlara karşı halkın bilgilendirilmesi de genç eğitmenlerin görev alanına girmekteydi.

İsmail Hakkı Tonguç Köy Enstitüsü öğrencileriyle.

Köy Eğitmen Kursları’nın kısaca özetlediğimiz bu çalışmaları 1940’lara kadar uygulanır ve başarılı olur. Okul olmayan köylerde eğitmenler tarafından okullar yapılır; köyler ağaçlandırılmaya, örnek bahçeler ve tarlalar oluşturulmaya başlanır. Eğitmen köyün “bilen” ve bildiğini köylüye öğreten öznesi haline gelir. Bu sırada yerel basında da eğitmenlerin başarılarına ilişkin haberler yer almaya başlar. Bir bakıma Köy Eğitmen Kursları’nın başarıları, kamuoyunda meşruiyetini de sağlamış, enstitülerin açılışına giden yol belirginleşmiştir. Ardından da köylerdeki eğitim sorununu olabilecek en hızlı biçimde çözmek için Köy Enstitüleri’nin kurulmasına karar verilir. Hasan Ali Yücel’in bakanlığı döneminde (Aralık 1938-Ağustos 1946), Köy Enstitüleri Yasası geçirilir. Buradaki amaç Köy Eğitmen Kursları’yla benzerlik taşır. Ancak içerik olarak daha kapsamlı ve ülke çapında yaygın bir uygulama olarak hayata geçirilir. Köy Enstitüleri aracılığıyla köylerde beş yıl eğitim veren ilkokulları açmak, bu okullarda yoksul köylü çocuklarını eğitmek, nitelikli işgücü yaratmak, “köyü canlandırmak” (“köyü canlandırma” kavramı Tonguç’a aittir) ve “köylülerin vatandaşlık bilincinin geliştirilmesi” hedeflenir. Nitekim bu okullara alınan çocukların ilkokul mezunu ve köylü çocuğu olması şarttır. Köylü kız çocuklarının Köy Enstitüleri’ne alınması için ise kızlara bir dizi pozitif ayrımcılık yapılır: Erkek çocuklar Köy Enstitüsü’ne kabul edilirken, yanlarında eğer bir kız çocukla gelirse sınava alınmaz. Ayrıca kız çocuklarına da sınav yapılmaz. Bunun yanı sıra kız çocuklarından bazılarının ilkokulu bitirmeden dahi Köy Enstitüleri’ne alındığını, burada ilkokulu bitirmelerinin sağlandığı bilinmektedir. Köylerdeki öğretmenlerin de kız çocuklarının okutulması için seferber olduğu yapılan çalışmalar tarafından ortaya konmuştur.

Köy Enstitüsü öğrencileri. Bozkırın ortasında veya dağın başında resital.

Köy Enstitüleri, dönemin eğitim kurumlarından da, günümüzdekilerden de pek çok açıdan farklıdır; duvarları-sınırları ve güvenliği yoktur. Yaz tatilinin standart bir zamanı da yoktur. Her enstitü ihtiyaçlarını ve çalışma takvimini kendisi belirleyerek öğrencileri köylerine gönderir. Tatil nedeniyle enstitülerin kapısına kilit vurulmaz. Nöbetleşe işler yapılmaya devam eder. Çünkü orası klasik anlamda okul değil, aynı zamanda üretim ve yaşam kurumudur.

Yine bu kurumlarda öğrencileri çalışkanlar, tembeller, başarılılar ve başarısızlar vb kategorilere ayıran klasik eğitim sistemi söz konusu değildir. Dersler, sadece dershanelerde değil, her yerde yapılır: Bahçede, ahırda, kovanların bulunduğu alanda, bir binanın veya elektrik santralinin inşa alanında… Köy Enstitüleri’nin ilk yıllarında müfredatı da yoktur. Müfredat yaşamdaki ihtiyaçlara göre oluşturulur. Öte yandan Köy Enstitüleri bölgelerin coğrafi özelliklerine uygun arazilerde ve yatay olarak bizzat öğrenciler ve öğretmenler tarafından inşa edilir. Binlerce dönümlük arazilerde tarım yapılır, meyve ağaçları yetiştirilir, köyler ağaçlandırılır ve bataklıklar kurutulur. Yine bölgenin koşullarına göre bir uzmanlık alanı oluşturmak amaçlanır; hayvancılık, balıkçılık, arıcılık, narenciye üretimi vb. Bu kurumların bir başka özelliği kültür derslerine de özel bir önem verilmesi, müzik, halk oyunları, tiyatro gibi alanlara öğrencilerin yönlendirilmesidir. Her Köy Enstitüsü’nün olmazsa olmaları arasında müzik ve halk dansları gelir. Bu kurumlarda başta mandolin, keman, bağlama, piyano olmak üzere pek çok çalgı aleti bulunur. Bir başka vazgeçilmez birimi ise binlerce yerli ve yabancı eseri içeren kütüphaneleridir. Bu eğitim anlayışının doğal bir sonucu olarak Köy Enstitüleri’nde eğitim, maddi ve manevi yaşamın üretimi ekseninde yapılır. Bu kurumdaki köylü çocuklar ve gençler, binlerce yıl süregelen suskunluğa inat, düşünmeyi, konuşmayı, tartışmayı, sorgulamayı ve akılcı yöntemlerle üretmeyi öğrendiler. Hemen hepsi iyi öğretmen ve sağlık memuru olmalarının yanı sıra, iyi birer marangoz, demirci, arıcı, terzi ve sanatçı oldular.

21.10.1939 tarihinde Eğitmen Kursu’nu bitirip görev yerlerine gitmek üzere kurstan ayrılan eğitmenler kendi yaptıkları tahta bavullarıyla.

1946 yılından itibaren Cumhuriyet Halk Partili ve Demokrat Partili bazı milletvekilleri tarafından “komünist yetiştirdikleri”, kız erkek aynı mekânda eğitim gördükleri savıyla Köy Enstitüleri aleyhinde kampanya başlatıldı. Aynı yıl Yücel’in yerine Köy Enstitüleri karşıtı Reşat Şemsettin Sirer bakanlığa getirildi. İlköğretim Genel Müdürü İ. Hakkı Tonguç istifa etmek zorunda kaldı ve ilk iş olarak da enstitülerin müfredatı değiştirildi. Ardından karma eğitime son verildi ve köylü kızların tek eğitim seçeneği ortadan kaldırıldı. Böylece kız öğrencilerin okullaşma oranı dramatik olarak düştü. 1954 yılında ise Köy Enstitüleri kapatıldı ve yerine köy ilköğretmen okulları açıldı.Köy Enstitüleri kapatıldığı yıl, 21 bölgede eğitim vermekteydi. Bu kurumlardan 1940-1954 yılları arasında; 1398’i kadın, 15.943’ü erkek 17.341 öğretmen mezun oldu. Köy Enstitüleri’nin sağlık kolunda ise 1248 sağlık memuru yetişti. Eğitmen Kursları’ndan ise 1947 yılına dek, 8675 eğitmen mezun oldu.

Yukarıda kısaca özetlediğimiz Köy Enstitüleri, 17 Nisan 2015 tarihinde 75. yılını geride bıraktı. Günümüzde eğitim sisteminin içinde bulunduğu sorunların çözümüne ilişkin çok önemli ipuçları bulunduran Köy Enstitüleri sistemine yeniden bakmanın önemli olduğu kanısındayız. Türkiye’de bugün eğitim sisteminin büyük bir çıkmazda olduğu, hemen her kesim tarafından kabul edilmektedir. Biliminsanlarından öğretmenlere, velilere, öğrencilere dek herkes eğitimde nitelik ve nicelik açısından sorun olduğundan yakınmaktadır. İş dünyası “meslek eğitimi memleket meselesi” sloganıyla sesini yükseltirken, bir yandan da üniversitelerin sayısının artmasına karşın, üniversite mezunlarının niteliğinin düştüğünden yakınmaktadır. Siyasetçiler de benzer şekilde eğitimin mevcut halinden şikâyetlerini dile getirmektedirler. Hatta genel seçimlerden önce CHP, iktidara geldikleri zaman eğitim modeli olarak Finlandiya’yı örnek alacaklarını dile getirmiştir. Oysa Türkiye’nin eğitim sorunlarını çözmek için çok uzaklara gitmeye gerek yoktur. Bunun için kendi tarihimizdeki uygulamalara yakından bakmak yeterlidir. Eğitim sorunlarının yanıtları bu tarih içindedir, incelenmeyi ve görülmeyi beklemektedir.

Öte yandan Türkiye’nin mesleki eğitim ve öğretmen yetiştirme sorunlarının aşılamamasının en önemli sebepleri arasında Köy Enstitüsü sendromu bulunmaktadır! Sağ siyasi gelenek, Köy Enstitüleri deneyimini korkuyla reddetmekte, solun bir kesimi ise yeterince “özgürleştirici olmadığı” savıyla yok saymaktadır. Oysa Köy Enstitüleri; meslek erbabı ve öğretmen yetiştirme yöntemi, uygulamalı eğitim, iş eğitimi, sanat eğitimi, eğitimde özyönetim, olanak eşitliği ve toplumsal cinsiyet eşitliği, demokratik değerleri yaşama geçirme alışkanlığı ve ilkeleri açısından 2015 yılında da halen ders alınabilecek bir eğitim deneyimidir. Geçmişten öğrenmeme ve gereken dersleri çıkaramama sonucu, parçacıl ve geçici çözümler üretilmekte, akılcı ve bütüncül çözümlerden kaçınılmaktadır. Dahası eğitimin din eksenli hale gelmesi, bilimsel bilgiden ve sanattan yoksun kılınması giderek derinleşen toplumsal sorunlara kaynaklık edecek bir potansiyel barındırmaktadır. Sosyal Bilimler Dergisi’nin bu sayısını hazırlarken, eğitime ilişkin yukarıda kısaca özetlediğimiz kaygılar bize eşlik etmiştir. Sonuç olarak, bu sayıda yer alan makalelerin, geçmişi anımsatmasını ve yeni çalışmalara kaynaklık etmesini umuyoruz.

Sosyal Bilimler Dergisi’nin ‘Köy Enstitüleri’ sayısı

Sosyal Bilimler Dergisi’nin “Eğitim Tarihimizde Özgün Bir Uygulama Olan Köy Enstitüleri 75 Yaşında!” temalı yeni sayısındaki ilk makale, Songül Sallan Gül ve Ayşe Alican’ın “Cumhuriyet Modernleşmesinin Anadolu Ateşi: Köy Enstitüleri” başlığını taşıyor. Makalede Batı dışı modernleşme örnekleri arasında yer alan Türk modernleşmesinin temel özelliğine değiniliyor. Buna göre Türkiye, Avrupa’nın sömürgeciliği karşısında ulusal bağımsızlığı tercih etmiş, eğitim ve kültür devrimleriyle modernleşme bir arada gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Köy Enstitüleri, bu modernleşme sürecinin, en özgün ve başarılı ayağını oluşturmaktadır.

Niyazi Altunya’nın, “Köy Enstitüleri Sisteminde Yönetim” başlıklı makalesi ise, bu kurumlardaki yönetim sisteminin özgünlüğüne ve demokratik kültürel ortamın oluşmasına katkılarına değiniyor. Altunya’nın makalesi, demokratik ve katılımcı örgütsel anlayışın eğitimdeki önemine vurgu yapıyor.

Ayfer Kocabaş’ın makalesi, “Süreç Temelli Öğrenme ve Köy Enstitüleri” adını taşıyor. Makalede, günümüzde son derece önemli olan süreç temelli eğitim ile Köy Enstitüleri arasındaki ortaklıklara değiniliyor.

Kemal Kocabaş, “Köy Enstitüleri ve Fen Eğitimi” adlı makalesinde, fen eğitiminin günümüzdeki durumu ile Köy Enstitüleri’ndeki uygulamayı karşılaştırıyor, yaşamdaki ihtiyaçlar ile fen eğitimi arasındaki bağı örneklerden hareketle inceliyor. Kocabaş, Fen eğitiminin Köy Enstitüleri’ndeki özgün yerine dikkatleri çekiyor.

Alper Akçam ise “Batı Rönesansında Rabelais, Türk Edebiyatında Köy Enstitülüler” konusunu ele alırken, Köy Enstitülü yazarların Türkiye kültürüne taşıdığı değerlerden söz ediyor. Akçam’a göre grotesk halk kültürü öğeleri, üst kültüre enstitü mezunu yazarlar tarafından taşınmıştır. Buna göre, Rabelais romanı ile Köy Enstitülü yazarların yapıtları arasında önemli koşutluklar ve özdeşlikler bulunmaktadır.

İşte bunun için kapattılar Köy Enstitülerini!

Songül Sallan Gül, Ayşe Alican ve Firdevs Gümüşoğlu’nun “Cumhuriyet Modernleşmesinin Aydınlanma Sembolleri: Kadınlar ve Köy Enstitüleri” adlı makalede, Osmanlı’dan günümüze kadın tarihi ele alınıyor, kadınların modernleşmenin öznesi olarak görülmesi tartışılıyor. Karma eğitimin yaygınlaştırılması ve Köy Enstitüleri’nde kadınlara yönelik pozitif ayrımcı uygulamalar, köyü dönüştürecek kadın öğretmen modelinin yaratılması, kadınların güçlendirilmesi açısından inceleniyor.

Köy Enstitüsü mezunu, eğitimci ve yazar Pakize Türkoğlu ise, “Köy Enstitülerinin Eğitim Kültürüne Getirdiği Demokratik Değerler ve Eleştiri Günleri” başlıklı makalesinde, eleştiri kültürü ile demokratik değerler arasındaki bağa dikkat çekiyor. Türkoğlu, demokratik değerlerin eğitim kültüründen ve fırsat eşitliğinden ayrılmayacağını dile getiriyor. Köy Enstitüleri’nin, eğitim kültürüne ve yaratıcı bireyler yetiştirilmesine katkılarını ele alıyor.

Firdevs Gümüşoğlu’nun “İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim” adlı makalesinde, bir iletişim aracı olan mektuplaşmanın, 1935’ten itibaren, mevcut bürokratik kalıplara ve klasik eğitim anlayışına karşı nasıl bir işlev gördüğü inceleniyor. Tonguç’un mektuplarından hareketle Köy Enstitüleri’ndeki eğitim ve yönetim anlayışının, eleştirel pedagojiye katkı sağlayacak içeriğe sahip olduğu öne sürülüyor.

Figen Kıvılcım Çorakbaş ve Ayşe Deniz Yeşiltepe imzalı “Köy Enstitüleri Yerleşkelerinde Eğitim Sistemi Değişikliklerinin Mekansal Yansımaları: Erzurum Pulur Köy Enstitüsü Yerleşkesi” adlı makalede, Köy Enstitüleri mimarisinin özgünlüğü ve eğitimin içeriğine ne denli uygun olduğu tartışılıyor.

Mithat K. Vural da, “II. Dünya Savaşı Sonrası Anti-Komünist Siyasal İklimin Köy Enstitülerinin Kapatılmasına Etkisi” adlı makalesinde, Köy Enstitüleri’nin kapatılma nedenlerini, Soğuk Savaş dönemiyle ilişkilendirerek ele alıyor. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan iki kutuplu dünyada, Türkiye’nin SSCB karşıtı bir dış politika tercihiyle birlikte ortaya çıkan Köy Enstitüleri düşmanlığının, anti komünist iklimle bağı analiz ediliyor.

Emre Zeytinoğlu, “İdeal Laboratuar: Köy Enstitüleri Sergileri Üzerine” adlı yazısında 5 Haziran 2014 tarihinde Bükreş Parlamento binasındaki Modern Sanatlar Müzesi Galerileri’nde, MSGSÜ’nin de içinde yer aldığı bir sergiden söz ediyor. Sergi, Köy Enstitüleri temasıyla “eğitim” ve “sanat” ekseni üzerinden kurgulanmış. Zeytinoğlu, Köy Enstitüleri’nde kullanılan objelerden esinlenen sanatçıların eserlerini değerlendiriyor.

Önceki İçerikSorun ne sadece yaratılışçılık, ne de sadece eğitim
Sonraki İçerik2015 Nobel Kimya Ödülü: DNA onarım mekanizmalarının keşfi